18 Kasım 2015 Çarşamba

Sonbahar


Ne zaman mevsimlerden sonbahar gelse çalar saat kurmuşum gibi depresif bir ruh halinin alarmı çalmaya başlıyor bedenimde. Ağaçlar özenle kuruttukları yapraklarını döküp ferahladıkça onların yükleri üzerime çöküyor sanki. Dışardan bakıldığında “geçerli” bir nedeni olmayan bu his termometrelerin gösterdiği hava sıcaklığı düştükçe de artıyor. Tanıdık duygular, düşünceler aniden bastıran bir sis gibi yoğunlaşıp önümü göremez hale getirdiğinde zor gelen her şeyde verdiğim ilk tepki gibi kaçıp gitmeyi düşünüyorum. Nereye, nasıl diye düşünmeden sadece kaçmanın fikri yüreğime geçici de olsa su serpiyor. Sanki bu karanlık bana ait, içimden bir parça değil de gidince arkamda bırakmayı başarabileceğim ayrı bir varlıkmış gibi geliyor. Kulağıma çalınan Sezen Aksu şarkısı, kış sabahı saat 5’te havuzun soğuk sularına atlamanın verdiği his kadar gerçekçi bir şekilde yüzüme vuruyor işin bu kadar kolay olmayacağını.

Kendini seçemiyorsun
Bırakıp kaçamıyorsun
Yazmadığın bir hikâyede
Uzun ya da kısa vadede
Az biraz keşfediyorsun


Kendimden kaçamadığımı göre ilk aklıma gelen insanlardan kaçmak oluyor.  Kimseyle görüşmeden, iletişim kurmadan kalmak istiyorum. Sıcacık battaniyemle kedilerime sarılmak ve gizli minik mağaramdan günlerce çıkmamak… Kış uykusuna yatsam, uyusam da gözümüzü ilkbahara açsam… Ama o da olmuyor işte. Hayatta ileri ya da geri sarma tuşu yok. Her tecrübe her his yaşanmak ve fark edene kadar yaşanmak için var. Hayat bir nehir gibi gürül gürül akarken sevdiğin yerlerine tutunup kalamıyorsun. Herkesin hayatında muhakkak orada kalmak istediği zamanlar vardır. Ben 99 yılının ilk 6 ayını çok sevmiştim, beni burada bırakın siz devam edin diyemedim. Nitekim aynı yılın ikinci yarısı hiç de ilk yarısına benzemedi.

Bazen hayat daha akıştaymış daha kolaymış gibi geliyor bazen tıkanmış ve daralmış gibi.  Tek bir gerçeklik varsa o da ikisinin de sürekli hareket halinde olduğudur.  Hiçbir hal -içindeyken öyle gelmese de- sonsuza dek sürmüyor. Taoizm de hayattaki tüm oluşumları karşıtlarıyla birlikte açıklar. Yin ve Yang. Yin soğuk ve durağan yang ise sıcak, hareketli ve enerjik olarak nitelendirilebilir. Bu kavramlar aslında karşıtlık değil, tamamlayıcılık sunar. Her birinin var olabilmesi için diğerine ihtiyaç vardır. Yin ve yang arasında sağlanan denge evrenin bütünlüğünü simgeler.

Kendi iç dünyamızın bütünlüğü içerisinde de bu enerjiler sürekli hareket halinde. Değişen bu karşıtlıklar aslında hayatı algılamamıza yardımcı birer araç. Soğuk olmadan sıcağı, açlık olmadan tokluğu,  yokluk olmadan ise varlığı tam anlamıyla anlamak mümkün değil. Krishna Pattabhi Jois’in “Simply be present with your own shifting energies and with the unpredictability of life as it unfolds.”  sözünde söylediği gibi hayatın bilinmezliği içerisinde mutlak güven duygusuyla o andaki hislerle kalabilmeyi öğrenmekle başlıyor her şey. Sonbahar da mevcut olanla kalabilmek için gereken içe dönüklük halini destekliyor.

Tüm değişken hallerin varlığını kabul etmeme rağmen kaçıp gitme ve hiçbir şey yapmama noktasına gelip hayata olan motivasyonumu yitirmeye başladığımda Sabahhattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’undaki şu satırları okuyorum:

“Dışarda ağaçların yapraklarını oynatarak esen sonbahar rüzgârı, bu ölüme mahkûm yaprakları henüz koparamıyordu. Bu minimini yeşil mevcudiyetler bile içlerinde bu kadar kuvvetli bir mücadele ve mukavemet kabiliyeti taşırlarken, kendisinin karanlık düşüncelere dalması doğru olamazdı.”

23 Ekim 2015 Cuma

Çizgi ve meditasyon 

Havuzun dibinde, kulvarın tam ortasında bulunan o koyu renkli çizgiyi bilmek için profesyonel yüzücü olmaya gerek yoktur. Fayans olarak derinlikteki görevi -buna varoluş amacı da diyebiliriz- yüzücülerin hizalarını bulmalarını sağlamak ve iki ucunda yer alan yatay çizgiler sayesinde duvara yaklaştıklarının uyarısını yapmaktır. Havuz içerisinde günde 5 saat antrenman yapanlar için bu çizginin anlamı farklıdır. Öyle ya da böyle her gün gerçekleşen buluşmalar sonucunda o çizgi hayatlarının en yakın tanığı haline gelir. Bir zaman sonra da onları-alınan yetersiz oksijenden olsa gerek- farklı alemlere sürüklemeye başlar.



Tecrübe etmeyenler için havuz içinde geçen saatler bir duvardan diğerine yüzmekten ibarettir, sıkıcıdır
. Manzara da pek iç açıcı değildir hani. Koyu renkli bir çizgi, boğuk sesler, soğuk su, kaslardaki o tarif edilemez yanma hissi… Ama yeterince uzun süre yapanlar için de vazgeçilmez bir şeydir. Değeri sonradan daha iyi anlaşılır lakin orası uzun hikâyedir.

Fayans diyordum. Garip hissettirir insanı. Yalnız ve özgür… Ve yeterince zaman geçirirseniz o çizgiden bakmaya başlarsınız kendinize. Kimi gün mutlusunuzdur, kimi gün ise aynalı yüzücü gözlüğünüz yarısına kadar gözyaşlarınızla dolar ama kimse anlamaz, farketmez bile. Mevsimler geçer, günler geçer, değişirsiniz doğanın kendisi gibi ve tüm bu hallerin şahidi 'o'dur ya da onun gözünden siz. 

Suyun içinde sesler boğuklaşsa da iç ses son ses açık kalır. İsteseniz de kolay kolay kapanmaz. Yıllar var hiç susmadı benimki. Şarkılar söyledi, bazen antrenman çıkışı ne yiyeceğini düşündü hatta sınavlar için ders çalıştığı bile oldu.  

Bu ses en azından suyun içinde susmaya başladığında yaklaşık 15 senedir her gün saatlerimi havuzda geçiriyordum. Zihnim tecrübeye teslim oldukça sesler azaldı. Antrenmanda geçirdiğim zamanlar ağır çekim gibi ilerlemeye başladı.Sanki zaman esnedi ve algımı arttırdı. Suyun parmaklarımın arasından geçişi, geçerken uyguladığı direnç, vücudumun açısı, burnumdan çıkan su kabarcıkları… Hepsi teker teker belirginleşmeye başlamıştı. Dışarıdan bakanlar için daha hızlı yüzmeye çalışıyor gibi görünsem de koyu çizginin gözünden meditasyon halindeydim.Şimdi geriye dönüp baktığımda anlıyorum. 

Yürürken, yemek pişirirken, araba kullanırken  ya da bir kediyi severken de meditasyon halinde olabilmek mümkün. O anın içinde tam anlamıyla yer aldıkça alan açılıyor. Gelecek kaygılarından, geçmiş sıkıntılarından arınmış anda, tecrübe tam anlamıyla kendini ifade edebiliyor.


“True Meditation is the space in which everything gets revealed, everything gets seen, everything gets experienced. And as such, it lets go of itself. We don’t even let go. It lets go of itself.” Adyashanti

 

17 Haziran 2015 Çarşamba


Klinsmann, Broome ile Tanıştığında

Köklü bir geleneğe sahip olan yoga, her spor dalından atleti etkilemeye başladı.
17 Haziran 2015 Socrates Dergi’de Yayınlanan Yazı

Berlin’den İstanbul’a uçarken okumak için ön koltuk cebinde bulunan dergilerden birini karıştırıyordum. Beş yıl Almanca okumuş ama yine de ‘ich möchte çiğköfte’ esprisinden ileri gidememiş biri olduğum için yazanlardan pek bir şey anlamamıştım. Sayfaları isteksizce çevirirken, yoga eğitmenliği eğitiminin sonuna gelmiş olmanın getirdiği algıda seçicilik ile lotus pozunda oturan bir adam gördüm. Altında da kelime benzerliğinden seçebildiğim kadarıyla şu cümle yazıyordu: “Patrick Broome, Alman Milli Futbol Takımı Yoga Eğitmeni.”

Geleneksel olarak sadece erkekler tarafından uygulanan yoga, günümüzde çoğunlukla kadınlar tarafından yapılıyor. Stüdyolardaki derslerin katılımcılarının çoğunluğunu yine kadın öğrenciler oluşturuyor. Bu nedenle futbolcuların yoga yaptığını duymak başta kulağa ilginç gelebilir. Ancak Almanların fiziksel, ruhsal ve psikolojik faydaları burada anlatmakla bitmeyecek kadar fazla olan yogayı hazırlık programlarına dâhil etmemeleri pek de yadsınacak bir durum değil.

Sting ve Madonna’nın da yoga hocası olan Amerikalı Broome, Almanya’nın eski teknik direktörü Jürgen Klinsmann’a 2006 yılında bir diğer eski futbolcu ve milli takım menajeri Oliver Bierhoff tarafından tanıştırılıyor. Göreve geldiği 2004 yılından itibaren takıma farklı bir bakış açısı ve yenilikler getirmeyi hedefleyen Klinsmann, Broome’dan sağlık ekibine katılıp futbolcularla çalışmasını istiyor. O günden bu yana yoga yapan Alman futbolcular bunun rahatlamalarına ve odaklanmalarına yardımcı olduğunu söylüyor. Takımda yoga derslerine katılım tamamen gönüllülük esasına dayanıyor. Oyuncular Broome ile birebir ya da grup derslerine katılabiliyorlar. 2006 Dünya Kupası kadrosunda yer alan Arne Friedrich, Jens Lehmann, Simon Rolfes ve Thomas Hitzlsperger derslere en düzenli katılan oyunculardan sadece birkaçı. Broome derslerinde oyuncuların rahatlamasına ve kendine güvenlerinin artmasına odaklandığını söylüyor. Süregelen yoga geleneğini devam ettiren yeni teknik direktör Joachim Löw de futbolcularının zihinsel durumunun en az fiziksel durumları kadar önemli olduğunu savunuyor.

Futbolcuların yanı sıra Shaquille O’Neal, LeBron James, Dwyane Wade, Kevin Garnett ve Deron Williams gibi NBA yıldızları da düzenli olarak yoga yapan isimler arasında yer alıyor. Minnesota Timberwolves’tan Kevin Garnett düzenli yoga ve meditasyonun pozitif etkilerini şöyle anlatıyor: “Yoga, rahatlamamı sağlarken enerjimi merkezde toplamama yardımcı oluyor. Böylelikle sahada boş yere enerjimi harcamak yerine tam olarak ne yapmam gerekiyorsa ona odaklanabiliyorum.”

Cleveland Cavaliers’ın yıldız oyuncusu Kevin Love da yoga pratiğinin ve felsefesinin basketbol ve günlük hayat için çok değerli olduğuna inananlardan. Kolejden NBA’e geçtikten sonra oyununu ilerletmek için yeni yollar arayan Love, yoga ile tanışmasını şöyle anlatıyor: “Kolejdeyken (UCLA’de) haftada iki maç oynardık ancak NBA’e geldiğimde tempo inanılmaz arttı. Aynı zamanda farklı özelliklerde oyuncularla mücadele etmem gerekiyordu. Vücudumu bu tempoya yoga ile hazırlayabileceğimi düşündüm. Yoga sayesinde günün getirdiği baskıyı dengede tutabiliyorum. Pratiğime başladıktan sonra zamanla biraz kilo verdim ve bedenim daha sağlıklı hâle geldi. Yogada denge, güç, dayanıklılık ve nefes bir arada. Bunlar beni sahada ileriye taşıyacak özellikler.”

Love’ın da bahsettiği gibi sporcuları yoga yapmaya iten nedenlerden biri de yoğun dönemlerde ve baskı altında merkezde kalmayı öğrenebilmek. Yoga beden farkındalığı, meditasyon ve nefes çalışmaları ile geçmiş ezberleri bozmak adına fırsatlar sunuyor. Belki de yukarıdaki fotoğraftaki ağaç pozu Love’ın gündelik yoga pratiğinde yer alan ve sayısını hatırlamadığı kadar çok yaptığı bir poz. Ama o günün getirdiği fiziksel durumuyla, hisleri ve düşünceleriyle yaptığı ilk ağaç pozu. Yoga uygulamasındaki bu tavır, günlük hayata uygulandığında zihnin getirdiği sınırlar ve taşınan yükler kaybolmaya başlıyor. Çoğu sporcu da yoğun geçen yarışma takviminin ardından sezonun kalıntılarını üzerinde taşır. Yüksek motivasyonu korumak ve aynı sevide mücadele etmekte güçlük çeker. NBA Playoff Doğu Konferansı yarı final serisinde Chicago Bulls karşısında 2-1 geride olan Cavaliers’ın head coach’u David Blatt da takımın psikolojisinin farkındaydı. 4. Maç öncesi cumartesi antrenmanını iptal ederek takımın otelde birlikte yoga yapmasını istedi. Takımın üzerindeki gerginliği ve negatifliği atmak, oyuncuların rahatlamasını sağlamayı hedefliyordu. Nitekim Caveliers’ın ‘cumartesi yoga’sı en azından 4. maç için işe yaramış gözüküyordu.

Günümüzde futbolculardan, basketbolculara, koşuculardan yüzücülere tüm branşlardan sporcular antrenman programlarına yoga ve meditasyonu dâhil ediyor. Bir yüzücü olarak 2008 Olimpiyat Oyunları barajını geçmeye hazırlandığım yıl, Ohio State Üniversitesi’nde okurken ve yarışırken yoga derslerine katılmıştım. Yüzme, atletizm gibi rakiplerin yanı sıra zamana karşı yapılan sporlarda belli bir dereceyi hedeflemek performans üzerinde baskı yaratabiliyor. Zihin hedeflenen zamana o kadar takılı kalıyor ki başarıya ulaşmak için hedefi unutup tekniğinize ve taktiğinize odaklanmanız gerekebiliyor. Hele ki birkaç başarısız deneme gerçekleştiyse muvaffakiyet oldukça zor hâle geliyor. Sonuca ulaşmayan denemelerden sonra bedeni tekrar hazırlayabilmek, odağı kaybetmemek en azından benim için meditasyon ve yoga ile mümkün olabilmişti. Eugen Herrigel de Zen ve Okçuluk kitabında, ‘usta’sı karşısına hedefi koyana kadar rahatlıkla atış yapabildiğini ancak hedefi vurma amaçlı ok attığında en kötü atışlarını gerçekleştirdiğini anlatır. Ustası Herrigel’e şöyle der: “Sadece hedefi vurmak için ok atmayı öğrenmekte ısrar edersen başarısız olursun. Hırsın, yolunda en büyük engelin olur.” Herrigel ne yapması gerektiğini sorduğunda ise şu cevabı alır: “Egonu ve sana ait olan her şeyi arkanda bırakmalısın.”

5 Mayıs 2015 Salı

Yoga ile 2008 yılında tanıştım. Yine bir koltuğa onlarca karpuz sığdırmaya çalıştığım bir yıldı. Amerika’da Ohio State Üniversitesi’nde işletme eğitimi alıyor, sporcu bursumu kaybetmemek için 3. bölümümü bitiriyordum. Aynı zamanda ekonomi master’ı için başvurular yapıyor ve o zaman için hayatımdaki en önemli amaçlardan biri olan Olimpiyat barajını geçmek içim hazırlanıyordum. Yazıldığım bir yoga dersi, her shavasana’da daldığım derin uykular, -o zamanlar tam anlamadığım bir şekilde- seneyi akış içerisinde bitirmeme yardımcı oldu.

Olimpiyatların ardından 18 yıldır yaptığım ve kendimi başka türlü tanımlayamadığım yüzme sporunu bıraktım.  Türkiye’ye dönüş, 1 yıllık işsizlik süreci… Ardından asla yapmam dediğim bankacılık yıllarımda yine soluğu yogada aldım. O zamanlar, Cihangir Yoga’da dersini kaçırmadığım hocam Zeynep Çelen’den öylesine etkilendim ki yıllar sonra kurumsal hayatın derinlerinde bocalarken eğitimine katılmak için e-mail attım. Son gün, 1 kişinin iptal etmesiyle eğitimdeki yerimi aldım. Onun rehberliği bu hiçbir zaman tüketilmesi mümkün olmayan yolda açlığımı daha da arttırdı. Ardından Devrim Akkaya ile bu kez Yin Yoga üzerine çalıştım. Hala öğrenmeye ve yoga ile kendimi keşfetmeye devam ediyorum.


Eğitimler;
Zeynep Çelen ile Yoga Eğitmenliğinin Temelleri Hocalık Eğitimi (RYT 200) Eylül 2014
Devrim Akkaya ile Yin Yoga Hocalık Eğitimi Şubat 201
Başak Deepa Yüksel ile Çocuk Yogası Eğitmenlik Eğitimi Haziran 2016
Zeynep Çelen ile ileri Yoga Hocalık Eğitimi Temmuz 2016


"Yoga, hayatın ta kendisi... matın üzeri ise kendini keşfetmek için harika bir yer.Her şeyi kapsayan; yargılamayan, olduğu gibi kabul eden bir yer..." GG