Sonbahar
Ne zaman mevsimlerden
sonbahar gelse çalar saat kurmuşum gibi depresif bir ruh halinin alarmı çalmaya
başlıyor bedenimde. Ağaçlar özenle kuruttukları yapraklarını döküp ferahladıkça
onların yükleri üzerime çöküyor sanki. Dışardan bakıldığında “geçerli” bir
nedeni olmayan bu his termometrelerin gösterdiği hava sıcaklığı düştükçe de artıyor.
Tanıdık duygular, düşünceler aniden bastıran bir sis gibi yoğunlaşıp önümü
göremez hale getirdiğinde zor gelen her şeyde verdiğim ilk tepki gibi kaçıp gitmeyi
düşünüyorum. Nereye, nasıl diye düşünmeden sadece kaçmanın fikri yüreğime
geçici de olsa su serpiyor. Sanki bu karanlık bana ait, içimden bir parça değil
de gidince arkamda bırakmayı başarabileceğim ayrı bir varlıkmış gibi geliyor. Kulağıma
çalınan Sezen Aksu şarkısı, kış sabahı saat 5’te havuzun soğuk sularına
atlamanın verdiği his kadar gerçekçi bir şekilde yüzüme vuruyor işin bu kadar
kolay olmayacağını.
Kendini seçemiyorsun
Bırakıp kaçamıyorsun
Yazmadığın bir hikâyede
Uzun ya da kısa vadede
Az biraz keşfediyorsun
Bırakıp kaçamıyorsun
Yazmadığın bir hikâyede
Uzun ya da kısa vadede
Az biraz keşfediyorsun
Kendimden
kaçamadığımı göre ilk aklıma gelen insanlardan kaçmak oluyor. Kimseyle görüşmeden, iletişim kurmadan kalmak
istiyorum. Sıcacık battaniyemle kedilerime sarılmak ve gizli minik mağaramdan
günlerce çıkmamak… Kış uykusuna yatsam, uyusam da gözümüzü ilkbahara açsam… Ama
o da olmuyor işte. Hayatta ileri ya da geri sarma tuşu yok. Her tecrübe her his
yaşanmak ve fark edene kadar yaşanmak için var. Hayat bir nehir gibi gürül
gürül akarken sevdiğin yerlerine tutunup kalamıyorsun. Herkesin hayatında
muhakkak orada kalmak istediği zamanlar vardır. Ben 99 yılının ilk 6 ayını çok
sevmiştim, beni burada bırakın siz devam edin diyemedim. Nitekim aynı yılın
ikinci yarısı hiç de ilk yarısına benzemedi.
Bazen hayat daha akıştaymış
daha kolaymış gibi geliyor bazen tıkanmış ve daralmış gibi. Tek bir gerçeklik varsa o da ikisinin de
sürekli hareket halinde olduğudur. Hiçbir
hal -içindeyken öyle gelmese de- sonsuza dek sürmüyor. Taoizm de hayattaki tüm
oluşumları karşıtlarıyla birlikte açıklar. Yin ve Yang. Yin soğuk ve durağan yang
ise sıcak, hareketli ve enerjik olarak nitelendirilebilir. Bu kavramlar aslında
karşıtlık değil, tamamlayıcılık sunar. Her birinin var olabilmesi için diğerine
ihtiyaç vardır. Yin ve yang arasında sağlanan denge evrenin bütünlüğünü simgeler.
Kendi iç dünyamızın
bütünlüğü içerisinde de bu enerjiler sürekli hareket halinde. Değişen bu karşıtlıklar
aslında hayatı algılamamıza yardımcı birer araç. Soğuk olmadan sıcağı, açlık
olmadan tokluğu, yokluk olmadan ise varlığı
tam anlamıyla anlamak mümkün değil. Krishna Pattabhi Jois’in “Simply be present with your own shifting
energies and with the unpredictability of life as it unfolds.” sözünde söylediği gibi hayatın bilinmezliği
içerisinde mutlak güven duygusuyla o andaki hislerle kalabilmeyi öğrenmekle
başlıyor her şey. Sonbahar da mevcut olanla kalabilmek için gereken içe
dönüklük halini destekliyor.
Tüm değişken
hallerin varlığını kabul etmeme rağmen kaçıp gitme ve hiçbir şey yapmama
noktasına gelip hayata olan motivasyonumu yitirmeye başladığımda Sabahhattin
Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’undaki şu satırları okuyorum:
“Dışarda ağaçların
yapraklarını oynatarak esen sonbahar rüzgârı, bu ölüme mahkûm yaprakları henüz
koparamıyordu. Bu minimini yeşil mevcudiyetler bile içlerinde bu kadar kuvvetli
bir mücadele ve mukavemet kabiliyeti taşırlarken, kendisinin karanlık
düşüncelere dalması doğru olamazdı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder